2 Şubat 2012 Perşembe

NEVZAT ELMADAĞ’DA

Geçtiğimiz hafta gerçekleştirdiğimiz; dernek ile Elmadağ’a kar pikniği seyahatimizle ilgili yazdığım ve 31 Ocak günü yayınladığım yazımın sonunda; “dağ evi” denilen yerden herkesi otobüse gönderdikten sonra Nevzat adındaki arkadaşımla kısa metraj kaybolma ihtimalimizden bahsetmiştim.

Size okurken belki de şaka gelen o anda inanın bize şaka gelmiyordu. Hele bir de Nevzat ile birlikte benim gibi şansla; komşuluğu sürekli hissetmesine rağmen bir türlü denk düşürüp karşılaşamayan birisi bu ortamda kaldıysa, emin olun şaka kaka bile olabilir.

Nevzat’ı bilmezsiniz ama kendisi; benim “neredeyse yüzeli yıllık arkadaşım” desem yeridir.
Hiç “çüş” falan demeyin cidden öyle…

Aslına bakarsanız bu yüzeli yıl meselesi sadece ikimiz için değil, dernek bünyesindeki bazı dostlar arasında cidden geçerlidir. Çünkü biz parmak hesabı otuz yıldır görüşsek bile dostluğumuzun ederi; görüşme sıklığımız ve paylaşımımızın çokluğu açısından bizce yüz ellidir.

Dolayısı ile “Nevzat yüz elli yıllık arkadaşlarımdandır” diyorsam, bilin ki bizim açımızdan bu söz doğrudur.
En azından bence…

Madem Nevzat’tan bahsetmeye başladık; affına sığınarak, kendisini Elmadağ seyahatiyle ilişkilendirerek az biraz anlatalım.

Öncelikle bilmeniz gereken; Nevzat ile seyahatler kesinlikle çok keyiflidir. Öyle ki onunla gerçekleştirdiğimiz seyahatler; şimdiye kadar kesinlikle gülme garantili seyahatler olmuştur.
Aslında biraz ticari zekâm olsa; ben bu Nevzat’ı öyle bir pazarlarım ki “benim” diyen tacirler bile bize takılıp para kazanırlar.

Tabi bunun yani seyahatlerde gülmenin belli şartları vardır. Öncelikle ortamdan Nevzat keyif almalıdır. Yoksa suratsızlığı seyahat boyunca sizi sizden alır.
O derece yani…
Bu bilgiye dayanarak Nevzat üzerinden para kazanmaya heveslenenlere duyurulur. Yani anlayacağınız öyle çok kolay adamda değildir.

Kendileri ile ilgili yazacak çok anımız bulunmakla birlikte geçmiştekileri; şimdilik saklı tutmak kaydı ile son Elmadağ seyahatine biraz takılalım istedim.

Efendim son Elmadağ seyahatimizde Nevzat’ın “mangalı yakarım gerisini seyreylerim” sözüne dayanarak, biraz da sıkışarak sığabildiğimiz dağ odasında sıkışıklıktan doğacak vahim sonuçlardan da kurtulmak için, kahvaltıyı yeni yapmış olmamıza rağmen “yavaştan mangalı yakalım” diyerek, Nevzat başta biz erkekler ardında bahçeye çıktık.

Tabi burada yolculuk boyunca otobüsü itmeye hala anlamadığım bir nedenden dolayı gönüllü olan gençliğin; o sıkışık odadan çıkmamak için yapmadıkları numara kalmadığından bahsetmeye sanırım gerek yoktur.

Neyse efendim Nevzat; yanmamak için direnen mangal kömürü ile mücadelesindeki başarısızlığını kendi dünyasında hafifletmek için biraz da sinirle kendini rakıya vermişti. Onun için böyle zamanlarda her şeyden önemli bir meze olan yoğurdunun; yol boyunca bize rehberlik eden köpeklerden birisi tarafından el konulmasına köpeğin iriliği yüzünden sessiz kalması zaten anlatılır gibi değil.

O anda Nevzat’ın ateşi; inanın mangaldan daha fazlaydı. Yani köfteleri başına dizebilsek; mangala gerek kalmadan işi bitirebilirdik.
O derece yani…

Hayır, yoğurdun elden gitmesi yetmezmiş gibi birde köpeğin bunu vicdansızca Nevzat’ın yanında olanca ağız şapırtısı ile götürmesi; Nevzat için resmen Çin işkencesi gibiydi.

Öyle ki yanmıyor diye bıraktığımız mangal bile bu zulme dayanamayıp, yanmaya başlamıştı. Artık siz halimizi düşünün.

İşte ben Elmadağ’da; bu Nevzat ve psikolojisi ile gezi sonrasında sis ile köpeklerin arasında kaybolmaya ramak kalma anlarını yaşamıştım.

Ama gene de o sisin içinde Nevzat “kaybolduk” diye ne kadar panikleydiyse; inanın ben bir o kadar rahattım. Çünkü köpekler bizi yemediği sürece yoğurt konusunu hatırlatıp, soğukla mücadelemi Nevzat’ın ateşiyle yapardım.

Baktım hava soğuyor ısınmam için “şapır şupur” demem yeterliydi.
Anlayın siz Nevzat’ı…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder