26 Mart 2010 Cuma

O KÜSMELER

İç dünyalarında neler yaşandığı bilinmeyen; sevdalarını, kavgalarını
belki de gereksiz bir şekilde içlerinde büyüttükleri için küsen insanlar vardır.

Gururun ateşlediği yüreklerin isyanıdır,
o küsmeler.
Ama söyleyemezler.

Başka gözleri, başka yürekleri bencilce sahiplenmelerinin yanılgıları ile yüzleşmeleridir,
o küsmeler.
Ama söyleyemezler.

Arkadaşlıkları dostluk, dostlukları bağımlılık boyutunda olduğunun imasıdır,
o küsmeler.
Ama söyleyemezler.

Kardeşliklerinin candanlığı,
can verip can istemeyecek kadar büyüklüğünün göstergesidir,
o küsmeler.
Ama söyleyemezler.

Çocuk yüreklerini sahiplenen anne babalara;
yüreklerde hiç solmayacaklarının ispatıdır,
o küsmeler.
Ama söyleyemezler.

Yaşlı yüreklerin genç kıpırdanışlarıdır,
o küsmeler.
Ama söyleyemezler.

Ömürlük sevdaların günlük olaylara mağlubiyetinin ezikliğidir,
o küsmeler.
Ama söyleyemezler.

Günlük olayların ömürlük sevdaları yıprattığının suskunluğudur,
o küsmeler.
Ama söyleyemezler.

Tercih edilmemenin tercih edilene isyanıdır,
o küsmeler.
Ama söyleyemezler.

Sevginin arzuya yenilgisidir,
o küsmeler.
Ama söyleyemezler.

Sevgisiz kaldığına inananların;
sevgi dağıtan yumuşak yüzlere sırtını dönmesidir,
o küsmeler.
Ama söyleyemezler.

Çünkü küstür.
Çünkü üzgündür.

24 Mart 2010 Çarşamba

KIRDIĞINIZ KENDİNİZDİR

Bazı günler, öyle anları öyle beklemediğiniz anlarda yaşarız ki
ne geri dönüşü olur ne de ileri gidişi...

En sevdiğim dediğinizi “en sevmediğim” dediğiniz uğruna yok sayabilirsiniz.
Uğruna göze aldıklarınızın kırıntılarına muhtaç olanı en öne alır,
vazgeçilmez dediğinize vazgeçildiğini hissettirirsiniz.
Hem de önemsiz bir neden yüzünden, hem de konu bile olması abes olan bir şey için...

Hayatınızı verdiğinizin, sevginizi çağlayan yaptığınızın;
sizce anlamsız ricaları ile kırgınlıklar yaratmasınadır kızgınlığınız, isyanınız.

Oysa ona hissettirdikleriniz; önemli olanın başkasının kırılmaması olduğudur.
Anlayamazsınız.
Tamiri kolay olanın vazgeçilebilir olduğudur ona hissettirdikleriniz.
Anlayamazsınız.

Oysa arkası dönülen tercih edilmediğini anlamıştır.
Siz bilmezsiniz ama o başka gönülleri kırmamak için kırıldığını bilir.

Giderken herkese dağıttığınız cebindeki mavi boncuklarınız bitmez ama
o mavi boncuklara renk vereni,
o mavi boncuklara yaşam vereni,
o mavi boncuklara önem vereni yalnızlığı ve gönül kırgınlığı ile baş başa bırakırsınız.

Kıracağınızı da bilirsiniz bilirsiniz ama gene de bir hiç uğruna
o kalbi kırmaktan vazgeçemezsiniz.
Bilirsiniz bilirsiniz ama gene de geri dönmezsiniz yalancı nezaketinizden.
Bilirsiniz bilirsiniz ama bilerek yaptığınızın ne kadar yaraladığını,
ne kadar yıprattığını bilemez, anlayamazsınız.

Kırdığınız evladınız, kırdığınız anne veya babanız, kırdığınız sevdiğiniz zannedersiniz.
Oysa kırdığınız kendinizdir.
Kendi yüreğiniz ve kendi sevdanızdır.


23 Mart 2010 Salı

GÜNEŞİN DENİZLE DANSININ MÜZİSYENİSİNİZDİR



Her tarafınızın sarıldığını hissettiğiniz zamanlardır.
Ruhunuzu ezen, sizi bunalımlara karıştıran sarılmalardır;
bu sarılmalar.


Ne tarafa dönseniz karşınıza çıkan, ne tarafa kaçsanız sizi yakalayan sorunlardır;bu sarılmalar.


Umutlarınız bile kuşatılmış ve onlara ulaşmanız engellenmiştir.
Öyle hissedersiniz.
Öyle sıkılmış öyle bunalmışsınızdır.


İşte böyle bir anınızda; içtenlikle ve sevgiyle size gülümseyen bir yüz,
güneşin denizi okşayarak size yolculuğunu yüzünüzde hissettirerek ruhunuza ulaşan hafif bir rüzgar gibidir.



Size her şeyi unutturan;
umursamazlık duygusunun biran bile olsa size “merhaba” demesi gibidir,
sizi etrafınızdakilerden kurtaran.


Her şey anlamını yitirmiş, her şey anlamsızlaşmışken hissedersiniz
bu yoğun huzur dalgalarını...


Kendinizi koy vermiş, kendinizi fark etmişsiniz ve rahatlamışsınızdır.
Birkaç dakika, birkaç saat, belki birkaç gün yalnızca kendinizle olurken,
etrafınızdakileri terk eder ve terk edebilmenin zevkini yaşarsınız.


Güneşin dalgalarla size getirdiği huzur gemisinin; sizi içine aldığını hissedersiniz.
Yaşamın dalgalı halinden kaçarken;
asla beklemediğiniz bir anda dalgalarla muhteşem dansınız başlamıştır.
Sanki sevgili ile romantik bir dans gibi, sanki hiç bitmeyecekmiş gibi,
sanki nereye gidildiği belli olmayan bir yolculuk sırasında
unutulmuşluğun kahramanı olmuş gibi...


Yaşantınıza ve size hükmeden her şeye “dur” demiş,
yaşam frenine sonuna kadar basmış gibisinizdir.
Yaşantınızda bir şeyler durulurken hep beklenen, hep hayal edilen;
yüzünüze esen rüzgarla harekete geçmiş ve neredeyse size tamamen hükmetmiştir.


Siz artık huzurun içinde, siz artık güneşin denizle dansının tek müzisyenisinizdir.
Çaldığınız notalar yalnızca size ve sonsuzluğunuza aittir.
Gözlerinizi kapatıp daha önce hiç duyulmayan ve bir daha da hiç duyulmayacak bu müziği dinlersiniz.


Umutlanmaya bile ihtiyaç hissetmediğiniz bir huzurla...


22 Mart 2010 Pazartesi

ÇARESİZKEN

Çok istersiniz ama çok istemenizin yetersizliğini de
bu isteğinizle birlikte dolu dolu yaşarsınız.
Yetersizliğinizi anlarsınız...

Elden bir şey gelmezler yaşantınıza hâkim olmuş ve siz
tüm isyanlarınıza rağmen onlara teslim olmuşsunuzdur.
İşte bu çaresizlik, bu bir şey yapamamak, bu teslimiyet;
içinizin acısını doyasıya yaşamanıza neden olur.

Böyle zamanlarda umut etmek bile çok gelir,
bindiğiniz umursamazlık treninde umut etmek
sizi bu çaresizlik ve bu teslimiyetten hiçbir şekilde kurtaramaz.

Hayatınıza yerleşmiş olan imkânsızlıklar içinde siz;
beterin beteri var avuntusuna can simidi olarak sarılır ve
kendinizi, çaresizliğinizi, isyanlarınızı kurtarırsınız.
Daha doğrusu kurtardığınızı sanırsınız.

Yeni çaresizlikler, yeni elden bir şey gelmezlerle karşılaşana kadar...

Çok gecikmez; çaresizlik yağmuru ile şemsiyesiz karşılaşmanız.
Çünkü elden bir şey gelmezler sizi sevmiştir.
Çünkü çaresizlikler sizinle olmaktan mutludur.

Çünkü siz hak ediyorsunuzdur.
Yağmurda ıslanmayı ve iliklerinize kadar ıslanırken;
ellerinizle buğulu gözlerinizin yaşlı olmasını...