13 Mart 2010 Cumartesi

YILLAR GİDERKEN GELENE



Yıllar çekip giderken o gelmiştir, geldiğini bilmeden.


Unuttuğunuz duyguları; gecenin yıldızlarını yalnızlığınıza getirdiği gibi
hayatınıza getirdiğini bilmeden.


Yılların yorgunluğu ile uyuyan bedeninizi, sabahın ilk ışıkları ile tanıştırdığını bilmeden.


Yılların gittiğine değil, giden yıllara eşlik ettiğiniz isyanınızı bilmeden.


Onca kirli bedenlerin arasında, onca kirli ruhlar arasında,
onca hain bakışların arasında ezilen benliğinize sahip çıktığını bilmeden.


Söylemek istersiniz, söyleyemezsiniz.
Çünkü büyü bozulsun istemezsiniz.


Her şeyi unutup, her düzeni yıkıp her şeyi söylemek istersiniz, söyleyemezsiniz.


Çünkü düzen odur, her şey odur sanki...


“Her şey sensin, sen her şeysin” diyerek gözlerine akmak istersiniz ama
bir türlü akamazsınız.


Çünkü yaşam nedeniz olmuş gözler, size küssün istemezsiniz.


12 Mart 2010 Cuma

GÜVENSİZLİK AŞKI ÖLDÜRÜR DERLER

“Güvensizlik aşkı öldürür” derler.
İyi de bu söz ne kadar doğru onu söyleyen, onu sorgulayan var mı?

Zaten insanlar birbirine güvenmiyorsa;
ilişkinin adı ne olursa olsun bitmeye mahkûmdur.

İster delicesine bir aşk yaşayın, isterseniz büyük bir şirketin hisselerini paylaşın;güven duymadığınız kardeşiniz olsa kaç yazar.
Kardeşlik, dostluk, sevda kalır mı?
Kalmaz.

Peki güvensizlik nasıl oluşuyor?
Tüm ilişkilerin dibine dinamit koyan, tüm ilişkileri içten içe yıkan güvensizlik,
nasıl oluşuyor?

İlişkilerin rengi, adı ne olursa olsun o ilişkide netlik, paylaşım tam manası ile yoksa o ilişki de güvensizlik her zaman var olur.

Paylaşım güvensizliğin tek ve en güçlü ilacıdır.
Paylaştıkça kötüden arınır, paylaştıkça iyiye doğru yol alırsınız.
O yol, bazı paylaşımlarınızda size, ilişkilere sorun çıkarsa bile sonu daima iyidir.
Sonu nettir.
Sonu bilinir.
Bu yüzden büyük olasılıkla sürprizlerle karşılaşmazsınız.

Ne zaman birisiyle paylaşımınız azalırsa anlayın ki
o ilişkiniz sizden uzaklara doğru yola çıkmış, çıktığını da size belli etmiştir.
Sadece siz anlayamamışsınızdır.

Bunda suçlu güvensizlik değildir.
Suçlu paylaş(a)mamaktır.
Suçlu paylaşılmayanlardır.
Suçlu özgürlüğün gizemli tadını saklamaktır.

Suçlu sensindir...

11 Mart 2010 Perşembe

SEN SENDE

Dilinin ucundadır ama bir türlü söyleyemezsin.
Çünkü siyahla beyaz gibi farklı ama nettir, sözünün öncesi ile sonrası...
Bitmeyen yalnızlığında;
sözünle birlikte çizginin öbür yanına gitmeye için gider,
kendini zor zapt edersin ya da zapt ettiğini sanırsın.

Çizginin öbür yanı çok caziptir neler olduğunun farkına bile varmazken çeker seni “tüm olumsuz, tüm kötüleri bırak” der gibi.
Sadece bir adım atman yeterdir.
Sadece bir hamle ile sanki bir anda başka âleme gidecekmiş gibisindir.
Ama gidemezsin.
Sanki ayakların olduğun yere yapışmıştır.
Kımıldayamazsın.

İçin içini yer gene de yapamazsın.
Yüreğin “durma” derken, mantığın “nereye” diyordur.
Yüreğini dinlemek istersin, istediğini de bilirsin ama bir türlü yapamazsın.
Çünkü sen yetmezsin, istemen de yetmez.

Bir el istersin, bir güç, bir kanat, bir yürek, bir bakış istersin.
O elin seni çizginin öbür yanına çekmesini istersin.
Arkandan, paçalarından tutan onca şeye rağmen,
direncini kırsın istersin o yüreğin.
Erimek istersin, zorunlu sessizliğini gören gözlerde...
Olmaz, bir türlü olmaz.
Çünkü yoktur, o gözler.
Çünkü yoktur, o eller.

Yalnızlığın saatsizliğinde kaybolmuşluğuna son vermek istersin, ama pusulan yoktur.
Yapamazsın...

Güneşe koşmak istersin, ama gecen bitmemiştir.
Zaten bitmeyecek gibidir.

Hasretinle mücadelen kolaydır da gitmek zordur.
Çok zordur.

Kayıplarında umutlanmak için bir el istersin,
nereden geldiği değil, nasıl geldiği önemli olan.

Bir yürek istersin, hesapsız, kitapsız belki de bildik.
Ama yoktur, olmayacaktır.

Mahkumiyetini bilirsin için acır.
Bu umutsuzluklar içinde çizginin öte tarafından kaçarken;
yaşantına, sessizliğine, kimsesizliğine geri dönersin.

Dönersin ama gözlerin karşıda, yüreğin karşıda...
Sen sendesindir...