18 Ağustos 2010 Çarşamba

MR



Bir süredir bazı sağlık problemlerim ve biraz da eşimin sakarlığımın tıbbi bir nedeninin olduğu konusundaki iddiasının tescillenmesi için, doktor doktor dolaşıyorum. Emin olun son aylarda verdiğim kanları biriktirip satsaydım; ciddi anlamda aile bütçesine katkı sağlayabilirdim. Ticari zekâmın yetersizliği yüzünden kaybettiğim paraları bir yana bırakayım; kanlarımı Kızılay’a verseydim Kızılay’ın bir aylık kan ihtiyacını karşılamış olur, karşılığında da üstün hizmet madalyası ile ödüllendirilerek ülke çapında meşhur olabilirdim. Bu yüzden anladım ki benim fizyolojik yapım kan yapmaya müsait bir yapı ve ne kadar kan verirsem vereyim, yerine yenisi anında imal ediliyor. Bir anlamda kan bankası gibi adamım yani…


Ayrıca yakında bu özelliğimin keşfedilerek değerlendirileceğini de düşünüyorum.


Göğüs kafesimin sol tarafının hemen altında sonradan yağ bezesi olarak değerlendirilen et parçası için yaptırmadığım tetkik neredeyse kalmadı. Ancak doktorumun; altı aydır yaptırmadığı tahlil kalmadığını söylemesine rağmen, eşimin aşırı ve rahatsız edici ısrarları sonrasında bence uydurduğu tahlillerde bile sağlıklı çıktım. Tüm bu sonuçlar sonrasında doktorum; eşimin yüzündeki düşmanca ifadeleri yok etmek için kendince en kolay alınabilir parçam olan safra kesemi almaya karar verdi. Bu ameliyatımın detayları başka bir yazı konusu olduğu için burada kesiyorum.


Sağlık taramalarımın yapıldığı bu süreçte kan vermemin dışında ayrıca MR adı verilen ve bence insan haklarına aykırı olarak imal edildiği düşüncesinde olduğum alete de girmek zorunda kaldım. Tabi bu benim için hiçte kolay olmamıştı. Çünkü MR odasına üç defa sıramı kaçırdıktan sonra sırada kimse kalmayınca doğal olarak sıra kaçırma şansımı da yitirdiğim için girebildim.


MR odasına girdiğimde içeride bulunan iki bayan doktordan birisinin eliyle bir odayı gösterip, otoriter bir ses tonuyla “oda da üstünüzdekilerin hepsini; çamaşırlarınızda dâhil olmak üzere çıkartıp, askıdaki yeşil örtüyü giyin” talimatına sessizce uyum gösterip gösterilen odaya girdim.


Derimi geçtim mesela kaburga kemiklerimi bile ciddiye almadan iç organlarımı en ince detayına kadar görüntüleyebilecek bir alet; çamaşırlarım olursa sanki çalışmayacakmış. Bana göre bunu anlamak mümkün değil. Kendi kendime doktorların duymayacağına emin olduğum ses tonu ile -emirle çıplak kalma stresiyle olsa gerek- söylene söylene durumuma isyan ederek; üstümde ne var ne yok çıkardım. Çıkardım çıkarmasına da çıplak bedenime giymemi istedikleri örtü, neredeyse yarım örtü çıktı.


Böyle bir örtüyü imal edenlerin nasıl bir psikolojiye sahip olduklarını anlamak mümkün değil. Tamamen soyunduktan sonra örtününiki kat olmadığını dikişlerinden ayırmaya daha doğrusu sökmeye çalışıp başaramayınca anladım. Elimde evirip çevirip nasıl giyinebileceğini çözmeye çalıştığım örtünün, sonradan kol yeri olduğunu anladığım deliklerinden bacaklarımı büyük bir iş başarmış gibi geçirdim. Ancak o haldeyken yani çırılçıplak bir haldeyken örtü ile birlikte ortaya çıkardığım görüntüyü burada anlatmam mümkün olmadığı gibi o anda yaşadıklarımı eşim öğrense emin olun ekmeğine bal sürülüp bir yerlere acil olarak kapatılabilirdim.


Kolları olmayan ve nedense yalnızca tek tarafı olan yeşil örtü; birkaç dakikada resmen hayatımın kararmasına yol açtı diyebilirim.


Sonunda her şeyi geçebilen görünmez ışınlara sahip MR cihazının, aslında bilindiği kadar yetenekli olmadığına inandım. Ayrıca çamaşırlarımın çıkarılması talebinin; doktorların benim bir yerlerimi görme merakı ile kesişmediğini, sadece cihazın bilemediğim bir nedenle kumaşları geçemediği için çıplak olunması gerektiğine kanaat getirdim. Bu düz mantıkla tek tarafı olmayan bu garip önlüğü göğüs MR’ım çekileceği için, popomu kapatacak şekilde giyerken, “sırt MR’ım çekilseydi o zaman arkadan fotoğraf verecektim” diyerek kendimi avuttum…


Odadan çıkıp muhtemel benden önceki hastanın MR görüntüleri üzerine bilgisayar ekranına bakarak konuşan doktorların yanlarına gittim. Yani ön tarafım tamamen anadan üryan bir halde giydiğim örtü boynumdan asılı bir şekilde arkamda süpermenin pelerini gibi bir görüntü sergileyerek gittim.


Benim o halimi gören doktorlardan birisi çığlık çığlığa anlamadığım bir sürü şey söylerken, diğeri bir eli ile gözlerini kapatırken diğeri eli ile de geldiğim odayı işaret edip, “ters giymişsiniz, ters giymişsiniz” diyerek bağırıyordu. Kendisine parmaklarının arasından bana baktığını fark ettiğimi söylememin manasız olacağına inanıp, gerisin geri hızla odaya gidip üstümdeki örtüyü ters yüz ettim.


Sonunda hiçbir mantığı olmayan bir yaklaşımla imal edilmiş örtüyü kıçım açıkta kalacak şekilde giyip tekrar dışarı çıktım. Ben odadan çıkar çıkmaz biraz önce çığlık çığlığa bağıran kadın; bana eliyle MR odasını işaret etti. Ben önde o arkamda odaya giderken, kendimi kadının yerine koydum da hakikaten ilginç bir durumdu. Düşünsenize akşama kadar bir sürü insanı bu haliyle görüyorsunuz. Uzmanlık konusu ne olursa olsun hiç önemli değil, kalçalar konusunda kesin otoriteler.


Olay benim açımdan da ilginç bir durum düşünsenize doktor moktor durup dururken, birkaç dakika arayla hem önden hem arkadan görüntü verdiğim bir kadınla MR memar bir oda da yalnız başımayım…


Beni bu kadar net olarak ne var, ne yok gören bir kadının gördüklerine rağmen, çığlık atmasına anlam yüklememe fırsat kalmadan girdiğim MR odasında; o doktorun gülerek işini yapmasına ayrı bir saygı duyduğumu ayrıca ve de özellikle ifade etmeliyim.


Beni yatıran ve elime ayağıma şekiller veren doktor hanım çıkan gürültüden ürkmememi ve kesinlikle kımıldamamı eğer olağanüstü bir durum olursa seslenirsem beni duyacaklarını tembihleyerek gitti. Tabi ona göre olağanüstü durumla bana göre olağanüstü durumu detaylamadan bunu yaptığı için, bu konu MR cihazına girerken beni düşündürüyordu. Bilenler bilir MR denen cihaz; acayip takırtılar çıkaran daracık bir alet. Bence kesinlikle kapalı alanlarda bulunamayanların giremeyeceği eğer girerse de anında yaygarayı çıkaracakları bir alet.


Benim gibi her ortama kolayca uyum sağlayabilen birisi için bile sıkıcı bir alet olan bu cihazın tavanına biraz büyük olsa burnumla dokunabileceğimi hesaplarken, burnuma sinek konması tamamen benim şansla olan kavgamın eseridir.


Bu durumun olağanüstü sayılıp sayılmayacağını bilemediğim için göz göze olduğum sineğe içimden benim bile ilk defa düşündüğüm küfürleri sıraladım. Ama aletten çıkan tıkırtılardan ben korkarken hiç etkilenmeyen ve o yüzden de odanın veya cihazın kadrolu elemanı olduğuna inandığım bu sineğin ya halime acıdığından dolayı ya da gözlerimdeki yalvarmadan dolayı burnumu bırakıp gitmesinin ardından bildiğim duaları sıraladım.


Giden sineğin peşinden ağıt yakmaktansa; gözümün önündeki MR’ın tavanına ekran konulsa hiç olmazsa yirmi beş dakikalık çekimde hastalar sıkılmaz gibi ulvi bir keşifte de bulundum. Çıkar çıkmaz bu keşfimi insanlık adına hastane yönetimine iletmeye ve beni sevgi gösterileri ile “tekrar bekleriz” diyerek yolcu eden doktorları ise başlangıçta gösterdikleri tepkilerinden dolayı affetmeye karar verdim.


Mustafa Sadık İNCEDEMİR