1 Temmuz 2011 Cuma

TAHLİL 2

Tahlil 1 yazımı okuyanlar; hastanede elime tutuşturdukları kibrit kutusu gibi iki kutudan birine idrarımı döke saça da olsa tutturma becerimden sonra sıranın gaita testine geldiğini hatırlayacaklar. O yazıyı okuyamayanlara yazının akışı açısından önce arşive girerek okumalarını özellikle tavsiye ediyorum. Böylece halimi daha iyi anlayacaklardır.


Neyse efendim ben neredeyse elim yüzüm rezil rüsva durumunda; idrarımın azı karar çoğu zarar mantığı ile birazcığını bence saçma sapan boyuttaki garip bir kutuya bir şekilde tutturduktan sonra gaita (gaita ne ya!) için ne yapacağımı şaşırmış bir haldeydim.


Düşünsenize kepazeliği olayları bizzat sıcağı sıcağına yaşayan birisi olarak; bırakın kibrit kutusuna kıçınızı denk düşürüp sıçmayı, sekiz tabak sağlam kuru fasulye yemiş olsam bile bir çakmaklık gaz görünürde yoktu. Çünkü o daracık tuvalette idrar sırasını şaşırmıştım.


Hani neredeyse oradan çıkıp, sizinde testinizin de diye hastane personeli ile sözde yakın akraba olmak ve elimdeki idrar kutusunu teslim ettikten sonra oradan kaçmak fikri; aklımda gittikçe inandırıcı bir çözüm yoluydu. Ama o zamanda belli ki aynı kepazeliği başka bir günde olsa tekrar yaşamak gerekecekti. O yüzden battı balık misali ikinci kutuyu da halletmeye karar verdik. Yanlış okumadınız bende yanlış yazmadım; kutuyu halletmeye…


Tabi bu sefer idrarla doldurduğum, daha doğrusu iç dış idrar yıkaması yaptırdığım ilk kutuyu; bence insanoğlunun yaptığı en küçük ama belki de en çok kullanılan tuvalette; bana en uzak olduğuna karar verdiğim köşeye koyduktan sonra önce kollarımdaki pamuklarla mümkün olan el temizliğini yaptım. Artık yapacak tek şey kalmıştı. Ama nerdeee ara ki bulasın.


Ama yapacak bir şey yok. O tuvaletten iki kutuda dolu çıkılacak diyerek başladık ıkınmaya ama kardeşim rahat bırakan yok ki. Kapı sürekli çalınma durumunda sanki kapının üstünde geçerken mutlaka tıklatın diye yazıyor. Yani normal olarak iki kutu müshil hapı içmiş ve hoplayarak oraya gelmiş olsanız bile bu kadar tıklamaya korkudan donar kalırsınız. Bir de biliyorsunuz malum gaita denen şey öyle sessiz sedasız yeryüzüne teşrif etmiyor.


O hali ruhiye içerisinde artık nasıl konsantrasyon sağladıysam; azimle devam ettiğim çabalarımın karşılığını alma vakti yaklaşmıştı. Ama hemşire mi memur mu her neyse kutuyu veren kadının söylediğine göre ilk çıkan olmayacakmış. Sanki ilk çıkanı kibrit kutusuna denk düşürdükte son çıkanı yakalayacağız. Yakaladın yakaladın yoksa zaten gitti. Bir daha sondaj yapsan devamı yok misali elde kutu denk düşürmeye çalışıyoruz. Ve daha ilk atımda tutturdum. Mübarek sanki Fenerbahçe Galatasaray basketbol derbisinde son saniye basketiydi. O derece kıymetli. O an anladım ki biz millet olarak kıç sallamayı gayet iyi biliyoruz.


Sonuç olarak o tuvaletten deyim yerindeyse kan ter içinde çıkarken, aynı zamanda zor bir görevin üstesinden gelmiş olmanın verdiği mağrur bir ifadeyle kendimle gurur duyuyordum. Ben o gururlu edalarımla içlerini doldurmuş olduğum iki kutuyla birlikte tuvaletten çıkarken, yerime giren adama neredeyse acıyarak bakıyordum.


Çünkü adam benim iki katım yani o adamın iki kutuyu kendi başına halletmesi inanın hiç mümkün değil. Hatta yanında bir yardımcısı olsa bile mümkün değil. Çünkü adamdaki göbek; zaten başlı başına ayrı bir adam kadar. O yüzden birisinin o fazla adamı kaldırması öbürünün de yine o fazla adamın altındakini bulup, kutuya denk düşürmesi gerek. Öyleyken bile zor.


Artık siz adama acıyan bakışımı tahmin edin. Ya da adam bir kutuyu önüne öbürünü de arkasında bir yere koyup, bu işi tek başına becerecek ki eğer öyle bir becerisi varsa zaten bir anlamda sihirbazdır. Düşünsenize göremediği bir organını kullanarak; göremediği kibrit kutusu kadar bir kutuya; idrarını ve gaitasını yapan bir adam. Bence resmen sihirbazdır. Hele az önce o tuvaletten kan ter içinde çıkan birisi olarak; böyle bir şeyi becerebiliyorsa kesinlikle sihirbazdır.


Ama adamın çıkışını bekleyemeyecek kadar da kendimi rezil rüsva hissettiğim için, oradan hemen ayrılıp, sonuçları vermeye gittim. İdrarı verdiğim kadının idrar kutusunun haline bakıp bana sanki devlet malına zarar vermişim muamelesi yapmasına cevap verirdim ama diğer elimdeki kutu yeteri kadar bana ve burnuma eziyet etmişti. O yüzden ya havleleri çekerek ikinci kutuyu vereceğim kadına gittim. Hani şu soranlara işim boktan diye anlatsa yerden göğe kadar haklı olan kadına…

30 Haziran 2011 Perşembe

TAHLİL

Malum yaş kemale erince kolesterol molesterol sizi istemeseniz de ele geçiriyor. Bizde sağlık anlamında iyi miyiz kötü müyüz anlamak için, birazda eş dostun; tırsaklığımızı kullanarak bana verdikleri gazla dolmuşa binerek doktora gittim. Uzun araştırmalar sonucunda bulduğum ve konusunda uzman doktorun benden istediği tahliller önce bana göre neredeyse seksen sekiz tüp kan verdim.


Kan verirken damarımı bir türlü bulamayan hemşirenin iki kolumu hacamat edercesine hor kullanmasından sonra şükür duasını erken ettiğimi; sonrasındaki testlerde gayet net bir şekilde anladım. Vücudumdaki kanların bence yarısını gözümün içine baka baka alan kadının yanından iki kolumun muhtelif yerlerinde; kanın sonradan kendi kendine çıkmasına engel olmak için koyduğum üç beş pamukla süslenmiş olarak diğer tahlilleri vermeye gittim.


Millet olarak gördüğümüz her kuyruğa sorgusuz girmeyi maharet saydığımız için, bir iki yanlış kuyruk bekleme tecrübesinden sonra doğru yeri buldum. Camekânın öbür tarafından uzattığım ve doktorun istediği tahlilleri işaretlediği kâğıdı verdiğim kadın neyse de asıl gaita sonuçlarını vermek için gittiğim kadının işi resmen boktandı. Düşünsenize her gün binlerce kişi size dışkısını getiriyor. Kadın “Hayatım boktan” dese yeri yani…


Neyse bizim tahlil istek kâğıdımıza bakan ilk kadın; iki tane neredeyse kibrit kutusu büyüklüğünde küçük plastik bardağa benzeyen şeyleri verdi. Hani bazı köy kahvelerinde tiryaki bardağı gibi küçücük bir cam bardakta çay getirirlerde; siz leblebi ile rakı içen akşamcılar gibi çaya dilinizi değdirirsiniz. Yani bırakın yudumlayarak ve keyfini çıkararak çay içmeyi, resmen kedinin su içmesi gibi o çayı içmeye kalksanız; en fazla üç defa kendi kendinize yalanarak çayı bitirirsiniz. İşte o misal; küçücük iki kutu.


Neymiş birine idrarımı öbürüne gaytamı (aslı gaita) yapacakmışım da (gayta ya da gaita ne ya!) Zaten bunları neden aynı anda verirler onu hiç anlamadım. Bu tahlileri aynı anda almayı başaran varsa; zaten ona ödül falan verilmeli. Ayrıca kadına göre tahlil için gerekli çıktıları kutulara yerleştirirken, öyle ilk çıkanları falan almayacakmışsınız. Başlı başına problem yani. Neredeyse “Takın kıçımıza bir alet o alsın” diyesiniz geliyor ama teknoloji daha o kadar gelişmediği için, elime tutuşturulan kutularla kadına; içimden geçen her türlü saygı sunuşlarımdan sonra hızla oradan ayrıldım.


Neyse efendim elimde iki kutu ile günde yüzlerce kişi kullandığı için, hiçbir temizlik malzemesinin kalmadığı tuvaletlerden birisine daldım. İçeri girdiğim anda binicilik ihtisas kulübünün ahırlarını anımsama nedenimi hiç sorgulamayın. Zaten emin olun o tuvaletleri şöyle keyfiyle kullanan çok azdır. Herkesin elinde bir kutu, yüzünde de garip bir ifade.


Doğal olarak bizde mecburen elimizde iki kutuyla birlikte tuvaletlerden birisine daldık. Daldık ama insanın aklına da geliyor. Yahu madem bu tuvaletler bu işler için kullanılıyor bari ona uygun bir şekilde dizayn etseydiniz ya! Yok, etmezler, etmemişlerde zaten. İş başa düştüğü için mecburen kapıyı kapattım da hangi elimle hangi işi yapacağımı bilmek; yeminle üniversite sınavlarındaki havuz problemlerinden bile zor.


Halimi düşünsenize elimde iki kutu üstelik kollar pamuklu, hani biraz zorlasam pantolonu çıkarmadan en azından kutulardan birisini kollarımdaki deliklerden doldurabileceğim.


Mecburen kutunun birisini koltuğumun altına sıkıştırıp, idrar tahlili için gerekli donanımlarımı ortaya çıkarmak için, boşa çıkan elimle de soyundum. Soyundum ama kardeşim elime tutuşturdukları kutunun kapağını açmak inanın tek el ile hiç mümkün değil. Hani zorlasam açarım da; belli ki kapak fırlamaya pek hevesli. Eğer kapak fırlarsa ne yaparım bilemem.


Neyse ben Allah’ın her erkeğe verdiği üstün yetenekle pantolonu yere düşürmemek için bacaklarıma garip şekiller vermiş bir şekilde kapağı kutudan ayırdım da; halim bayağı garip oldu.


Bir elimde kutu diğer elimde o kutunun kapağı ve kapağı tuttuğum elimin koltuk altında da daha sonra kullanacağım öbür kutuyu tutuyorum. Bu arada kollar pamuklu… İyi de bu durumda idrar için gerekli olan icraat nasıl olacak onu söyleyen yok. Hadi söylemediler bari tuvaletlerin kapılarının arkasına idrar tahlili vermenin uygulama resimlerini koysalardı ona da razıydım. Ama nerede o hizmet anlayışı, nerede bende şans…


Neyse ben o anda vatandaşa hizmet açısından bu ulvi detaylarla uğraşacak halde olmadığım için, kutuları doldurayım daha doğrusu doldurmayı deneyeyim düşüncesiyle icraata başladım. Başladım da birden banae kutuyu veren kadının tembihi aklıma geldi. Neymiş efendim başı ve sonu dışarı, ortası kutuya gelecekmiş. Sanki başını denk düşürdükte ortası kaldı. Zaten kibrit kutusu kadar kutu veriyorlar; üstüne birde kutuyu kullanma kılavuzu söylüyorlar. Cinnetle o anda tanıştım ama malum kollar pamuklu…


Kadının söylediklerini yapalım diye hemen elimdeki kutuya denk düşen ilk verilerimi yere boşaltıp, artık ortası sonu demeden tekrar doldurdum. Doldurdum kelimesi pek uymadı çünkü içindekileri boşaltıp yenisini doldururken zaten kutuda, elimde, etrafta ve en kötüsü de büyük bir beceriyle yere değip kirlenmesin diye şekilden şekle girdiğim pantolonumda bundan bolca nasibini aldı.


O halimle bile için için bitti de kurtulduk diye sevindikten sonra kutunun kapağını kapatmak istedim. Ama al başına bir bela daha çünkü o kutunun kapağını kapatmak, edebiyle kapatmak yeminle mümkün değil. O kapağın o kutudan az önce ayrıldığına kırk şahit gösterseler kesinlikle inanmazsınız. Sanki kutu içindekiyle birlikte evrim değiştirip, bir beden büyümüştü.


O andaki halimi düşünün; bacaklarım tarifi imkânsız garip bir şekilde uyuşmuşken, yarı çıplak haldeydim. Zaten bir kolumu altına diğer kutuyu koyduğum için neredeyse hiç kullanamıyordum. Öbür elim rezil rüsva ve ben giyinecek miyim yoksa diğer kutuyu mu değerlendireceğim. Anlayacağınız aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık misali garip bir durumdaydım.


O an inandım ki bu verdiklerimizi tahlil etmek için kapağını falan açmıyorlardır. Çünkü emin olun açması kapamasından bile zor. O yüzden de dibinden bir delik açıp akıtıyorlardır. Kavanoz dipli dünya misali


Peki, öbür kutu ne mi oldu. O da yarın.


28 Haziran 2011 Salı

CARETTA CARETTA YAVRULARI

89 yaşındaki June Haimoff, Dalyan’da ve İztuzu sahillerinde, doğanın ve caretta caretta cinsi deniz kaplumbağalarının korunması konusunda yaptığı başarılı çalışmaları nedeniyle, İngiltere Kraliyet Nişanı ödülüyle ödüllendirilmiş.


Bu haberi okuyunca aklıma Adrasan sahillerindeki caretta caretta yavruları geldi. Yıllardır tatile gittiğim Adrasan sahillerinin yaklaşık elli metrelik bölümü; caretta carettaların yumurtalarını bırakmak için seçtikleri sahillerden yalnızca birisi. Ancak her yıl aynı şey olmasına, yani her yıl caretta carettaların oraya gelip yumurtalarını bırakıp gitmelerine rağmen, o yumurtaların ve daha sonra yumurtalardan çıkan yavruların korunması için özel olarak hiçbir şey yapılmıyor. Yapılmadığını bizzat yaşayan birisi olarak gayet iyi biliyorum.


Çünkü yıllardır ailemle birlikte yaz tatilimizi geçirmek için özellikle seçtiğimiz tatil beldesi olan Adrasan’a gittiğimizde; eğer o yavruların yumurtalarından çıkma zamanına denk düşersek; mutlaka yaşama ilk merhaba dedikleri anları gözlemliyor ve yaşamaları için ailece çabalıyoruz.


Hemen her gece; gece kulüplerinde eller havaya yapmayıp, caretta caretta yavrularına duyarlı diğer insanlarla birlikte; yumurtalarından çıkıp ışığa doğru hızla yürüyen o yavruları tek tek toplayıp, asıl gitmeleri gereken yere, yani denize götürüp bırakıyoruz. Avucunuzda neredeyse bir parmak büyüklüğündeki o yavruları onları birkaç dakika sonra gerçek yaşam yerleri olan denize bırakacak olmaktan dolayı mutlu olmamak inanın mümkün değil.


Bilenler bilir; yumurtalarından çıkan caretta caretta yavrularının ilk yaptıkları şey; ışığa doğru hızla gitmektir. Ve ne yazık ki gece yarısı onları cezbeden ışıklar; yollardaki aydınlatma lambalarıdır. Yani bir anlamda yumurtalarından çıkarak yaşamak için denize değil de ışığa doğru giderek aslında ölmeye gidiyorlardır. O yüzden de o ışıkların aydınlattığı yollarda onlarca ezik caretta caretta yavrularıyla doludur.


Oysa biraz duyarlı bir belediye başkanı; tarihi ve süreci belli olan bu yumurtadan çıkış zamanını göz önüne alarak, gerekli tedbirleri gayet basit bir şekilde alabilir, aldırabilir. Böylece nesli tükenmesin diye yapılan çalışmalara da ciddi katkı sağlamış olur. Ama ne yazık ki bu hassas yaklaşımdan habersiz insanların duyarsızlığı nedeniyle; ezik caretta caratte yavrularını gördükçe içiniz acıyor. Ve gördüklerinize vicdanınız elvermediği içine doğanın kuralı diyemiyorsunuz.


89 yaşındaki June Haimoff’a verilen ödülle birlikte bu sorun ülkemizde daha fazla ciddiye alınır. Ve gerek Adrasan’da, gerekse caretta caretta yavrularının daha yoğun bir şekilde yer aldığı diğer sahil bölgelerimizde; hem bölge sakinlerinin, hem de o bölgelerdeki etkin ve yetkinlerin bu konuyu kendilerine vazife edinerek üzerlerine düşeni yapmalarına da vesile olur.