2 Aralık 2009 Çarşamba

BİTMEYEN TEK SEVDA


Anne ve babalık;

ancak o duyguya sahip olduğunuzda

hissedebileceğiniz yoğun sorumluluk ve sevgidir.

Kuzguna yavrusu güzel gözükür misali,

ölçülebilirliği olmayan evlat sevgisinde;

evladın kaşı, gözünün rengi, vücudunun şekli hiç önemli değildir.


Her zaman söylerim;

“bir çocuğun yaşamı boyunca kötülüğünü istemeyen,

ona kayıtsız, şartsız karşılıksız sevgi veren,

ne olursa olsun, iyi ya da kötü ne yaparsa yapsın;

ona karşı sınırsız affetme ve hoşgörüye sahip olan

sadece ve sadece iki kişi vardır.

Birisi annesi diğeri babasıdır.”


Ne yazık ki çocuklar bu gerçeği yaşantılarının engebeli yollarında

darbe üstüne darbe yiyerek ve sonunda onlar için özel olan

bu iki insanı kaybettiklerinde gerçek anlamda anlayabiliyorlar.

Anladıklarında da zaten büyük olasılıkla iş işten geçmiş,

varsa onların çocukları da kendi yaşam yollarında epey yol almış oluyorlar.


O yüzden zaten kısa olan hayatımızın son günlerinde

gözlerimizde hep yaş oluyor.

Çünkü yarım hissediyoruz kendimizi, yarım.

Anne ve babamızı da yarım yaşamış,

çocuklarımızın da bizi yarım yaşayacaklarını anlamış oluyoruz.


Yanaklarımızdan süzülerek kimselere gözükmeden akan yaş;

Yap(a)madıklarımıza pişmanlığımızın ötesinde,

karşılıksız sevgi sahibi olanların, evlat sevgisini yüreğinde yaşatanların,

aslında yaralı bir şekilde yaşlandıklarını göstermektedir.


Evlat sevgisi;

anne ve babalarına doyamayanların çocuklarına, gözlerinin bebeklerine,

canlarını bir saniye bile düşünmeden vereceklerine

doyamadan yaşlandıkları, ama bundan hiç sitem etmedikleri tek sevgidir.


Bir tebessümlerine mutlu olunan,

sarıldıklarında içinin eridiğini hissettiren,

olmazsa olmaz tek sevgidir.

Gerçek sevgidir.

Bitmeyen tek sevdadır.


Ölümün bedeninize sahip olduğu anda yanınızda,

başucunuzda olmasını istediğiniz o anda bile,

yüzünde huzuru aradığınız yegane varlığınızdır.


Yokluklarını bilenler bilir.

Onların gözlerinde, yokluğunu yaşadıkları için daima akmaya hazır

gözyaşları vardır ve var olacaktır.


O yüzden sizi karşılıksız seven ve yaşadıkları sürece de

sevecek olanlara daima sahip çıkın.

Onların, sınırsız affetme erdemlerine her zaman güvenin.

Onların yaşantınızda var olan herkesten,

her şeyden daha fazla hoşgörüye ihtiyaçları olduğunu bilin.

Bilin ve bunu bilerek, onları; hiç hak etmedikleri halde

gözlerindeki birkaç damla gözyaşına hapsetmeyin.


Yüreğinizdeki sevginin tükenmemesi için,

o sevginin kaynağı olanların gözlerine hapsolmuş,

yüreklerine sığmaz olmuş evlat sevgisini,

geç kalmadan, “geç kaldım” dememek için, yudum yudum için...


İçin ki; sevda kaynağınız kurumasın, yüreğiniz huzur,

gönlünüz ferah olsun.


Yaşlandığınızda gözlerinize hapsolacak yaş, sizden uzak olsun…


18 Kasım 2009 Çarşamba

ZAMAN SİZİ KANDIRMIŞ


Zaman sizi kandırmış,

Hayalleriniz, mazide kalırken geçmişinizi tekrar yaşar hale getirmiş olabilir.

Sevdiğiniz sevmediğiniz olurken, uzaklar yakın, yakınlar çok uzak olmuş olabilir.

Elinizde olduğu halde kıymetini bilmediğiniz, kıymetini bildiğinizden daha can olurken,

kıymetini bildiğiniz gün gelir nankörlüğü;

size yaşatarak öğretmiş olabilir.


Hayalsiz günler, ölüm size yaklaştıkça yaşantınızı ele geçirir ve

siz farkına bile varmazsınız.

Yaşlanmak değildir farkına varmadığınız, çökerek yok olmaktır.

Bir bakıma sonu hissetmektir.

Belki de sonun ne olduğunu bilmeden, sonu kendinize yakıştırmadan...


Her şeyin sonu gelmektedir.

Ne zaman başladığını bilmediğinizin...


Zaman sizi kandırmış,

hayallerinizi tüketirken sevdalarınızı gözlerinize yaş yapmıştır.

Bir gözünüzdeki yaş durmaksızın akarken yanaktan aşağı doğru,

diğer gözünüzdeki yerini almaktadır anılarla yaşanan zamanda...


Siz özlersiniz, özledikleriniz sizi unutmuşken.

Unuttuklarınızın,

sizsiz yaşamlarında pişmanlıkları hayatlarının merkezi yaptıklarını bilmeden...


Gözleriniz pencereden yansıyan görüntünüze dalar,

olur olmaz bir zamanda, hiç aklınıza gelmeyenlerin beklenmeyen ziyaretinde...

Yalnızsınızdır kalabalıkta, kalabalık farkındasız yalnızlıkları yaşarken.


Gözlerinizi kapatırsınız yaşama son kez bakmaya üşenerek ama istekle...

Gidiyorsunuzdur sessizce, kimselere söylemeden ve yalnız...


Zaman sizi kandırmıştır.

Sonu erkene alarak, yaşanmışlara doyamamışken...


Sevgiye açlığınız, gözlerinizdeki son damlaya yerleşmiştir.

Akamamışken...


22 Ekim 2009 Perşembe

BAZI AŞKLAR VARDIR


Bazı aşklar vardır yoğundur, yoğun yaşanır.
Her saniyeni sevdiğin kişiyle geçirmek, her şeyi onunla paylaşmak istersin.
Paylaştığında da mutlu olursun çünkü...

O yanında değilse huzursuz, mutsuz ve yalnızsındır.
Kalbinin attığını; onun yanındayken daha iyi hissedersin, duyarsın, duyduğunu sanırsın.
Sana dokunduğunda; ruhunun okşandığını daha iyi hissedersin.
Diken diken olduklarında tüylerinin varlığını daha net bir şekilde fark edersin.
O varsa sen varsındır, o yoksa yoksundur.
Böyle hisseder, böyle nefes alır, böyle yaşarsın.
Büyü bozulana kadar...

Bazı aşklar vardır, sadece adı aşktır.
Birlikteyken güzel ve mutlu olmanı sağlar.
Ama ayrıyken, aklına gelmeyenle yaşanılan öylesine bir aşktır.
Yaşanılan ilişkinin dışındaki aktörler, seni başka bir dünyanın içine çeker.
Öyle çeker ki aşkını hatırlamazsın bile...
Hatırlamadığın yetmezmiş gibi hatırlatanı da sevmezsin.
Eğer bunu sana hatırlatan sevdiğin, aşkınsa o ilişki bir anda sana zül olur,
sıkıntı bedenini sarar, afakanlarla arkadaş olursun.
Kaçıp kurtulmak, kurtulup başka denizlere yelken açmak istersin.
Çünkü sen aşkı böyle yaşamayı seversin...

Bazı aşklar vardır.
Aşk sadece yaşanılan ilişkinin adıdır.
Oysa yaşanan, yaşandığı sanılan aşk;
farkına bile varmadığın bir anda, günlük alışkanlıklarından birisi haline dönüşmüştür.
Birlikte olunan zamanlar belli, telefon konuşmaları belli,
yapacakların ve yapmayacakların belli olan bir ilişkidir.
İlişki bir kaba girmiş gibidir.
Sanki her şey o kap içinde yaşanıyordur.
Yani sınırları bir şekilde yaşayanlar tarafından çizilmiş bir ilişkidir.
Sınırları değiştirmeye çalışan kaybedecek, terk edilecektir.
Ne yazık ki kaybettiğinde de niye kaybettiğini bir türlü anla(ya)mayacaktır,
“Ben ilişkime sadıktım, ona rağmen terk edildim” diye hayıflanır duracaktır.
Bilmez ki aslında yaşadığı sınırlı bir aşktır ve o sınırları değiştirmeye çalışmıştır.
Yani yaşadığı aşka bir şekilde ihanet etmiştir.
Bu ilişkiler ülkelerin sınırları yüzünden çıkan savaşlar gibidir.
Bu ilişkiler; savaşanların kaybettiği, kaybetmeye mahkum aşklardır...

Sizin aşkınız hangisi?

14 Ekim 2009 Çarşamba

SEVGİYİ HİSSETMEK


Sevginin bulaşıcılığı kolay yaşanır daha doğrusu;
kolay hissedilir bir şey değildir.

Bazen sevgiyi doyasıya yaşayan bile ne yaşadığını tam anlamı ile anlayamayabilir.
Çünkü o sevgiyi hissetmiyor, sadece seviyordur.

Tıpkı büyük çoğunluğun hissetmeden sevdiği gibi...
“Sevdiğini” söylemeden yaşanan sevgiler gibi...
Sadece alışkanlıklara dayanan ve sadece bağımlı yüreklere dayanan yaşamlar gibi...
Ruhsuz sevişmelerin sevdasızlıkları gibi...
Yaşarsınız ama mutlu olmazsınız...

Oysa tıpkı aşkınızın ilk günlerindeki gibi,
yüreğinizi hareketlendiren dokunuşlar hayal değildir.
Zaten yaşamışsınızdır ama unutmuş,
aslında hep yaşamak istediğiniz halde lüzumsuz sıkıntılar nedeniyle,
belki de farkına bile varmadan uzaklaşmışsınızdır.

Belki de yaşamın hızı, sevgiyi olmasa bile,
sevgiyi hissetmeyi hayallerinize hapsetmiş, müebbede mahkum etmiştir.
Özlersiniz ama bir türlü açıkça söyleyemezsiniz.
Yasaktır çünkü...
Özlem içinize yerleşmiş, hırslı bir ihtiras gibi bedeninize hakim olmuştur.

Zaman sizi değil, sevgiyi hissetmeyi değil,
alışkanlıkları, bağımlılıkları seçmiş, onlarla arkadaş olmuştur.

Yalnız kalmış, yalnızlığınızın farkına varamamış ve yaşamı tüketmişsinizdir.
Sevgiyi bilerek ama hissetmeyerek...

29 Ağustos 2009 Cumartesi

YA BU DEVEYİ GÜDERSİN YA DA BU DİYARDAN GİDERSİN



Hayatınızı verdiğiniz, zamanla sizi değiştirmeye başlıyorsa;

orada, o ilişkide bir sorun vardır.

Ya da sorun başlıyordur.



İki şey yapma şansınız vardır.

Ya “tamam” diyerek, sevdiğinizin dediğini, istediğini yaparak değişecek

ve onun istediği kalıba gireceksiniz.

Ya da inatla değişmemek için direneceksiniz.



Hayatınızı, hayatını size vermeye niyetli birisine vermek isteyerek başlayan ilişkiler;

sonradan bu nedenle yara alır veya büyük oranla bu nedenle bozulur.

Çünkü sevdiğiniz adam ya da kadın artık sizi değiştirmek istiyordur.

Değişirseniz; hayatınızı verdiğiniz, vermek istediğinizle,

ilk günkü gibi anlaşamaz olursunuz.

Çünkü siz değişmişsinizdir.



Değişimden sonra kaybolan heyecanınızı isteseniz de geri getiremez,

artık yaşantınızı rutine bağlamak zorunda kalırsınız.

Hani bir söz vardır,

“ya bu deveyi güdeceksin ya da bu diyardan gideceksin” diye…

Aynen sözdeki gibi gitmek istersiniz ama

hayatınıza hükmettiğine inandığınız bilmem kaç tane

zorunluluktan dolayı bir türlü gidemezsiniz.

Ya da sözdeki gibi gidersiniz.



Her ikisi de zordur, her ikisi de bazen insana imkânsız gibi gelir.

Kendinizi çıkmaz bir yolda sıkışmış gibi düşünür ve

içinizin sıkıldığını hatta acıdığını hissedersiniz.

Acıyan içiniz size fısıldar;

“ya bu deveyi güdersin, ya bu diyardan gidersin.”



18 Ağustos 2009 Salı

ESKİ HAYATINIZ


Eski hayatınızı düşünün.

Şu andan eskisini…


İsterseniz bölüm bölüm, isterseniz tek bir parça olarak;

eski hayatınızı satışa çıkarmak ister misiniz?

Evet mi?

Hayır mı?


Sizce eski hayatınızın nesi işe yarar?

Ya işe yaramayan kısımlar, onların alıcısı çıkar mı?

Eski hayatınıza, sizin dışınızda müşteri çıkar mı?


Eski hayatınızdan vazgeçmek kolay mı?

Peki, siz eski hayatınızdan vazgeçer misiniz?

Ya da vazgeçmek ister misiniz?

Sizce eski hayatınıza sizin dışınızda ilgi gösteren olur mu?


“Haydi şimdi zaman tünelinden geçelim” deseler size;

“ne kadar eskiye giderdiniz ve niye giderdiniz?” sorularının cevapları,

aslında sizin hayatınızın da ana fikridir.


Peki, siz eski hayatınızın müşterisi olur musunuz?

Zaman tünelinden geçip eskiyi, tıpkı çok sevdiniz bir filmi izler gibi

tekrar izlemek, tekrar yaşamak ister misiniz?

Yani eski hayatınızın yeni ve tek müşterisi olmak ister misiniz?


Bilinmeyen, keşfedilmeyen ve belki de çok az yaşanacak,

yeni bir hayatın yerine;

eski hayatınızı tekrar yaşamak ister misiniz?


Eski hayatınızı düşünün.

Şu andan eskisini, imkânınız olsa satar mıydınız?

Ya da eski hayatınızın hangi kısmını almak isterdiniz?

Neden almıyorsunuz?


7 Ağustos 2009 Cuma

GELECEĞİNİZİN MUHASEBESİNİ ÇIKARIN

Yaşamın ne kadar kısa olduğu konusunda mutlaka bir yazı okumuşsunuzdur.

Ama siz zaten biliyorsunuz.

Okuduğunuz her yazıda;

öyle ya da böyle hayatınızdan ertelemeleri çıkarmanız gerektiği anlatılır.

Ama siz zaten biliyorsunuz.

O yazılarda madem yaşam kısa;

o zaman yaşadığınız zamanı iyi değerlendirmek gerek,

o yüzden mutlu olmak için, ne gerekiyorsa yapmak gerek diye anlatılır.

Ama siz zaten biliyorsunuz.

Peki, bunu bilmenize, anlamanıza, kabul etmenize ve

desteklemenize rağmen kaçınız bunu uygular.

Kendinize böyle bir soru sorsanız, eminim çoğunuz bu soruya

“hayır” diye cevap verirsiniz.

Oysa “hayır” diyenlerin hemen hemen tamamının, “evet” demek için

oldukça fazla nedeni olmasına rağmen, ne yazık ki “hayır” derler.


Peki neden cevapları net olan soruları bile bile görmezden geliyoruz.

Peki, neden daha mutlu olacağımız şeyleri bilmemize rağmen,

yapmıyoruz, yapamıyoruz.

Ya da yapmayı erteliyoruz.

Sizin cevabınız nedir bilmem ama bence insanoğlu;

alışkanlıklarının esiridir ve yaşamını alışkanlıklar üzerine kurmuştur.

Ya da alışkanlıklar üzerine yaşıyordur.


Şimdi düşünün.

Yaşamınızı düşünün ve yaşamınızdaki alışkanlıklarınızı düşünün.

Alışkanlıklarınızla yaşadıklarınızı, yaşayamadıklarınızı düşünün.

Düşünün alışkanlıklarınız olmasaydı, olacakları düşünün.

Hatta düşünmeyin, oturun boş bir kâğıda bunları yazın.

Böylece vazgeçemediklerinizi, vazgeçtiklerinizi ve

belki de asla vazgeçemeyeceklerinizden ne kadar uzak kaldığınızı

ortaya çıkarmış olursunuz.

Severek yaptıklarınızın yanında sevmeyerek yaptıklarınızı

ortaya çıkarmış olursunuz.

Sevmeyerek yaptıklarınızın yanında da

severek yapmak istediklerinizden ne kadar uzak kaldığınızı

ortaya çıkarmış olursunuz.


Yaşamınızın muhasebesi değil,

yaşayacaklarınızın muhasebesini çıkarın.

Unutmayın bakiyesi geleceğinizdir.

Diyeceğim ama siz zaten biliyorsunuz....


31 Temmuz 2009 Cuma

PAZAR KADINLARI

Pazar kadınlarını bilir misiniz?
Onlar semt pazarlarının değişmez renkleridir.
Bazen bir semt pazarından alışveriş yaparlar,
bazen de başka bir semt pazarından.
Ama genellikle oturdukları yere yakın olan semt pazarı onların pazarıdır.
Pazarcılar pazar kadınlarını bilirler, tanırlar.
Hangisi hangi malı, nasıl ister bilirler.
Kimisi güler yüzlüdür pazar kadınlarının, kimisi de suratsızdır.
Ama hepsinin ortak yanı omuzlarının yüklü olmasıdır.
Pazar kadınları yaşamın yükünü çeken kadınlardır.
Ama bilinmezler...

Bir kadın pazara gidiyor ve alış veriş yapıyorsa bilin ki
o kadın yaşamın ve evinin yükünü omuzlarına almış olan kadındır.
Bilin ki o pazar kadınları güçlü kadınlardır.
Kolay kolay yıkılmazlar.
Ama bilinmezler...

Pazar kadınları ekonominin en önemli göstergelerinden birisidir.
Ama bilinmezler...
Eğer pazar kadınları az para harcıyorlarsa; sıkıntı,
çok para harcıyorlarsa refah vardır.

Bazı pazar kadınları ise hava karardıktan sonra ortaya çıkarlar.
Onlar yaşamın yükü altında ezilmiş,
neredeyse posası çıkacak duruma gelmiş olanlardır.
Ben onlara “akşamcı pazar kadınları” derim.
Ama bilinmezler...

Onların sayısı artıyorsa bilin ki ülkede durum vahimdir.
Akşamcı pazar kadınları sessizdirler, başları eğiktir.
Yaşamın yükü onları fena ezmiştir ama gene de direnirler.
Kendileri için değil,
evdeki boş tencerenin etrafında bekleyen çocukları için direnirler ve
o yüzden karanlıkta terk edilen yiyecekleri kovalarlar.
Onlar her akşam sadece boş tencerenin dolu hayali ile pazara gelirler.

Ben onlara “akşamcı pazar kadınları” derim.
Ama bilinmezler...

22 Temmuz 2009 Çarşamba

LİMANI OLMAK

Limanı olmak;

unutmaktır, unutup unutup tekrar hatırlamaktır.

Yani aslında birileri için vefasızlığın bir yüzü iken,

birileri içinde vefanın göstergesidir.


Limanı olmak;

sevginin tutulmayan, kimsenin tutmak istemediği

en uzak, en kuytu köşesini tutmaktır.

Hem de öyle bir tutmak ki bir ömür bırakmamacasına ...


Limanı olmak;

vazgeçmemektir.

O bilmese bile onu vazgeçilmezi yapmaktır.


Limanı olmak;

bir gün gideceği yeri bilmek demektir.

Asla gidemese de hayal etmektir yaşam boyu...


Limanı olmak;

Duyguyu doğru dürüst yaşamayı bilmek demektir.

Yaşayamadığı duyguların bile sahibi olabilmektir.


Limanı olmak;

Yaşamın tüm kirliliğini içinde eritip,

tertemiz bir şekilde ulaşmak istediğine el uzatmaktır.


Limanı olmak;

Hissetmektir hiç görmese bile görmek,

hiç duymasa bile çağrıldığını duymaktır.


Limanı olmak;

Beklemek, beklenmektir. Yani sabretmektir.


Limanı olmak;

Aşkı bilmektir ama belki de hiç yaşayamamaktır.


Limanı olmak;

Zor iştir ama kolayını da istememektir.


Limanı olmak;

aslında liman olmak gibidir…

LİMAN OLMAK

Liman olmak nasıl bir şey hiç düşündünüz mü?

Birinin veyahut birilerinin limanı olmak.


Liman olmak;

sevginin farklı bir köşesinden tutunmak gibidir.


Liman olmak;

güvenilir olmaktır.

Durgun ama güçlü olmaktır.

Ulaşılmak istenen ama belki de sadece hayalleri süsleyen olmaktır.


Birilerinin gidip gidip geldiği o durgun ama güvenilir,

sessiz ama belki de birileri için yaşamın hikayesi olmaktır.


Düşünün; hayatınızda kimler size böylesine güvendi.

Düşünün; hayatınıza kimler geldi, ama bir türlü gidemediler...


Engin denizlerin yıprattığı gövdesi ile

parçalanmış yelkenlerini rüzgâra dayamış bir şekilde

ama sevgi dolu olarak size doğru gelen,

özlediğiniz ama söyleyemediğiniz kaç kişiyi hissettiniz yaşamınızda...


Hiç söylemese bile büyük umutlarla size gelenin,

umutsuz denilen yaralarını iyileştirip geri gönderdiniz mi hiç?

Ya da geleni daha beter yaralayıp,

kimselerin bilmediği derinliklerinize gömdünüz mü hiç?

Bakın bakalım size gelen;

o bilinmez, paylaşılmaz sırların arasında bir yerde,

hala çürümemiş olarak duran var mı?


Liman olmak kolay iş değildir.

Emek değil, yürek ister.


Liman olmak;

o yüreği göreni, eninde sonunda gelecek olanı beklemektir.

Issızlarında kayıp olan, durgun ama her an dalgalanmaya hazır kalbi saklayabilmektir.

Liman olmak böyle bir şeydir işte...

Bilinmese de var olmak gibidir...


Liman olmak;

yaşamın kirlerinden arınmak için beklenin bir gün geleceğini bilmektir.

Sahte dostların; dalgalı dostluklarından kaçabilenlerin ve sorgulanmadan yanaşabilecekleri, ve asla unutmayanların “belki bir gün gelirim” dediği limandır.


Eğer liman olduğunuza inanıyorsanız;

Zaman geçirmeden beklediğinize, beklenmedik bir şekilde “merhaba” deyin.

Dalgaların sesini, rüzgârın esintisini arkanıza alın ve

hemen ona “merhaba” deyin.


Belki de size doğru gelen yaralı geminize...

“Hoş geldin” diyorsunuzdur...

YAŞAMA İHANET

Gün olur yaşama ihanet duygusu benliğinizi sarmış,

sizi sizden alıp gitmek üzeredir.

Ya bir ayrılık sonrası kalbiniz, ya eski bir yürek yarası acımıştır.

Belki de adını koyamadığınız, kimselerin hissedemediği bir rüzgar kalbinize esmiştir.

Öyle tatlı bir acıdır ki sizi içine çeker.

Öyle çeker ki daha derinden, daha çok hissetmek istersiniz.

Şarkılar bile sizden yanadır.

Bilmediğiniz, hatta hiç söylenmemiş şarkıları bile duyarsınız öyle zamanlarda...

Her şey yaşama ihaneti ister gibi size destektir.

Sizi sizden alıp götürecek duygular; bedeninize yapışmış ama çokta yakışmıştır.

Hissettiğiniz duygu yoğunluğuna aşık olursunuz.

Artık diğer aşklar önemsiz, anlamsızdır.

Siz artık, yalnızca sizin olmak istersiniz.

Siz artık, sizi her şeyden, herkesten kaçırmak istersiniz.

Çünkü yalnızlık sizin hayaliniz, hayalinizde emeliniz olmuştur.

Sanki gündüzlerin karmaşası gecelerin netliğidir sizi çeken.

Aydınlıklardaki kirliliklerden sıkılmış, karanlıklarda saklanmış temizliği ararsınız.

Ararsınız ararsınızda; sizi size bırakmazlar ki aradığınızı bulasınız.

Yaşama ihanet etmenin cazibesini bilirsiniz, bilirsinizde;

sizi size bırakmazlar ki bildiğinizi gönlünüzce yaşayabilesiniz.

Yalnızca bedeninizi değil, ruhunuzu bile ele geçirenler vardır yaşamınızda.

Onlar bilmez, anlamaz sizi, siz bildiklerinizden vazgeçmek üzereyken.

Onlar sizi, sizin gibi yaşayamazlar.

Siz bile doğru dürüst yaşayamazken.

Her şey anlamsızdır, her şey olağandır.

Vazgeçtiğiniz, vazgeçmek istedikleriniz, sizindir ama siz artık onların değilsinizdir.

Onlar bilmez, duymaz, anlamazlar.

Siz yaşama ihaneti yaşarken ve sessizce gitmek isterken kimsesizliğe,

kabul etmeden kabullendiklerinizden uzağa...

Yalnız sessizliğe...

Yalnızca yaşama ihanete...