30 Ekim 2010 Cumartesi

UNUTMUŞSUNDUR



Unutuldun gitti. Çünkü sen oradaymışsın, sen yalnız kalmışsın onun umurunda değil gibidir. Giden; yalnızlığını teyit edercesine seni, sana bırakıp gitmiştir.


Sen; neden yalnızlığa mahkûm oldum diye kara kara düşünürken, o sensizliğin üzerine soğuk suyunu çoktan içmiştir bile.


Sen; yalnızlığını saatlerce sana anlatan sessiz duvarları seyrederken, o yaşantısına yeni ve farklı renkleri ekleyerek yeni bir resim yapmaya başlamıştır.


Sen; tüm saflığınla unutulduğunu anladığında, o seni zaten tarih yapmıştır ama sen bunu bilemezsin. “Geliyorum” diyerek arkasına bakmadan çekip giden, aslında zaten hiç gelmeyecek olandır. Ama sen bunu bile unutmuşsundur.


Umutlarını rüyalarına yerleştirdiğin, geceleri dolu dolu yaşadığın ve bir ömür beklerim dediğinin senden vazgeçtiğini hissettiğin an; unutulduğunu anladığın andır. Ve o an da sen bilirsin ki kendini de onda unutmuşsundur.


29 Ekim 2010 Cuma

DUVARLAR



Evinizdeki dört duvar sanki sizin sınırlarınız gibidir. O duvarlar belki yıkmak istediğiniz ama yıkmanızın yasak olduğu duvarlardır. Çünkü kendinizi avutarak geçirdiğiniz yıllarınızın anılarını saklayan sadece o duvarlar.


Bazen mutlu, bazen acı dolu anılarınızın sessiz şahitleri olan o duvarlar; gün geldiğinde sizi boğarken, gün gelmiş yoldaşınız olmuşlardır.


Dinleyen ama asla konuşmayan, sessizliğinde sizi saklayan o duvarlar; soğukluğunu bir şekilde sakladığınız, saklayarak yaşadığınız yeri ısıtmaya çalıştığınız yaşamınızın gizli şahitleridir. Siz hayallerinizin yalnızca size ait olduğunu sanırken, onları hep unutmuşsunuzdur ama onlar sizi ve yaşadıklarınızı hiç unutmazlar. Sizi dış dünyanın pisliklerinden koruduğunu sandığınız duvarlarınız; gün gelmiş sizi içerideki zulümden, içerideki kimsesizliğinizden de korumuşlardır.


Hayallerinize arkadaş o duvarlar; aynı zamanda sizi umutsuz umutlarınızdan uzaklaştıranlardır ama bunu bilemezsiniz. Çünkü o duvarlar; yalnızca evinizin değil, aynı zamanda sizinde duvarlarınızdır. İçinizde esen isyan rüzgârlarını bazen engelleyen, bazen de durduran duvarlardır, o duvarlar.


Sizin hayallerinize sınır koyan ve size mecburiyetlerinizi hatırlatan o duvarlar; kolay kolay yıkılmazlar. O yüzden de siz duvarlarınızı yıkamaz ve mecburiyetlerinize mahkûmiyetinizi mecburen kabullenirsiniz. Belki kimsenin hatta sizin bile güvenmediğiniz hayali duvarlarınıza arkadaşlardır o duvarlar. Sizi belki hayata bağlayan belki de farkındasızlığınızla bir ömür hak ettiğinizi sandığınız için beklediğiniz hayattan koparanlardır.


O duvarların ötesinde sizi bekleyenler belki de sizi o duvarlar kadar tanımayan, tanıyamayacak olanlardır. Çünkü o duvarların gördüğünü kimse görmemiş, o duvarların duyduğunu kimse duymamıştır.


Hızla geçen zaman size ihanet edip, sizin her şeyi unutmanızı ya da en azından bazı şeyleri unutmanızı sağlarken, o duvarlar hiçbir şeyi, size ait hiçbir şeyi unutmadan; size ve yaşamınıza şahitlik eden sizin bile farkında olmadığınız sessiz arkadaşlarınızdır.
Ama siz farkında değilsinizdir.


28 Ekim 2010 Perşembe

PKU HASTALIĞI



İki yıl kadar önce Sağlık Bakanlığı’na hiç üstüme vazife olmasa da vicdanımın sesini dinlediğim için bir yazı yazmıştım. O yazımda; bebeklerde doğdukları zaman topuklarından alınan kanın incelemesinin ülkemizde sadece belirli hastanelerde, mesela Ankara da sadece Hacettepe hastanesi’nde yapıldığını yazmıştım. O günden bugüne değişen bir şey yok.


Ülkemizde bu test şu anda sadece ama sadece Ankara’da Hacettepe Tıp Fakültesi’nde, İstanbul’da İstanbul Tıp Fakültesi’nde, İzmir’de Dokuz Eylül Tıp Fakültesi’nde, Sivas’ta Cumhuriyet Tıp Fakültesi’nde yapılabilmektedir. Şaka gibi değil mi?


Bu yüzden küçük, büyük fark etmiyor, bu dört şehrin dışında bir yerde doğan çocukların topuklarından alınan kan; mecburen testin yapıldığı şehirlere gönderiliyor.


O yazımda bu testin sonuçlarının geç tespit edildiği için binlerce çocuğun ne yazık ki PKU (fenilketonüri) hastası olarak yaşadıklarını da yazdım. PKU hastası olmasına rağmen hastalığı geç teşhis edildiği için, tedavi edilmediğini ya da tedaviye geç başlanıldığını da yazmıştım. Bunun içinde o çocuklarda beyin gelişiminin olmadığını, zekâlarında gerileme olduğunu ve binlerce zekâ geriliği olan insanların ülkemizde bir ömür yaşadıklarını ifade etmiştim. Çünkü PKU hastalarının beyin gelişiminin normal olması, zekâlarında bir gerilik olmaması için; kesinlikle süt ve süt mamulleri ile beslenmemeleri, asla protein almamaları gerekiyor.


Yani yeni doğan çocuğun topuğundan alınan kan; Türkiye turu atarken, PKU hastası olan çocuk annesinin sütünü aldığı için beyninde hasar meydana geliyor.


Aslında üç kuruşluk yatırımla çözülecek ya da engellenerek en aza indirilebilecek olan bu hasar yüzünden; ne yazık ki ülkemizde on binlerce PKU hastası var ve bu hastalıkta dünya da ilk sıradayız. Unutmamalı ki PKU hastası olanlar; yaşam boyu bakıma ihtiyaç duydukları için, hem ailelerine hem de memlekete tahmin edilemeyecek bir maliyete neden olmaktadırlar.


Yarı finale çıktıkları için basketbolcularımıza verilen paranın belki de yarısı ile hemen hemen her şehirde bu hastalığı teşhis edebilecek, yani topuktan alınan kanda PKU hastalığı olup olmadığını inceleyebilecek laboratuarlar kurulabilir. Ve böylece binlerce hasta kurtarılabilir. Ki zaten büyük devlet olmakta bu değil mi? Ya da devlet baba böyle olunmaz mı?


Böyle bir adımla yani küçük bir yatırımla; hem insani hem de maddi olarak ülkeye katkı sağlamanın ötesinde, belki kayıp hanesine yazılan bu çocuklardan ülkemize faydalı gençler ve onlar sayesinde sağlıklı nesiller bile yaratabiliriz.


Bu konuda; bu hastalıkla mücadelede sadece basit düşünmekle, sadece sevgi ile o kadar önemli işler yapabiliriz ki…


Yoksa hangi yetkiye sahip olursanız olun siz sadece bakansınızdır. Ve emin olun gün gelir yetkiniz gider, siz de arkanıza baka baka gidersiniz…
PKU hastalığından habersiz…