11 Ocak 2010 Pazartesi

MUSALLA TAŞI

Soğuktu, çok soğuk.

Hala köyüme her gittiğimde; bazen çekinerek, bazen isteyerek üstüne elimi koyarım.
Sanki yaşanmışları tekrar yaşamak, sanki yaşanmışlara engel olmak ister gibi...
Bazen bedenimi saran tarifi imkânsız bir sevgi ile elim üstünde kalır,
bazen hüzün ve acı elimi istemesem de geri iter.

Mevsim ne olursa olsun hep soğuktur, hep soğukluğunu bana hissettirmiştir.
Kışın üstünü kaplayan karlarını temizleyip ona öyle dokunur böylece havanın ve karların soğukluğunu değil,
ona ait olan anlatılmaz gerçek soğukluğunu doyasıya hissederim.

Yazın yer gök alev gibi yanarken;
buram buram sıcaklığın ve huzur içinde az rastlanır bir mutlulukla
gerçekleştirdiğim uzun yürüyüşlerimin sonrasında
alnımdan akan terin üstüne düştüğünde bile soğukluğunu hissetmişimdir.

Çocukluk anılarım silinmiş ya da silinmeye yüz tutmuştur ama
onu hiç unutmadım, unutmayacağımda...

“Beni köyümün yağmurlarında yıkayın” sözlerinin yer aldığı şarkıyı her dinlediğimde
bu sözler beni daima ona götürmüş, unut(a)madığım soğukluğunu hissetmiş,
bu soğuk görüntüsüne rağmen;
benim için anlamı hep içimi yakmış, hep içimi acıtmıştır.
Sanki o benim için ölüm ve temizlik sembolü olmuştur.

Belki de bu yüzden her aklıma geldiğinde farkında olmadan gözlerime yaş yerleşir.
Böyle zamanlarda anılar tek tek değil,
sanki toplu bir şekilde her yerden aklıma gelir ve nedense beni alır götürür o güne...
Beni hiç kırmayana...
Beni hiç kırmadan terk edene...
Beni onsuzluğa mahkûm edene...
Babaanneme...

Soğuktu, çok soğuk.
Nedense onu babaannemden hiç ayıramadım.
Sevginin, şefkatin sembolü olarak gördüğüm kişiyi ve onu...
Hissettiğim soğukluğunu...
Yaz gecelerinin rahatsız eden sıcağında, içimi soğutanı...
Uzaktayken bile aklıma geldiğinde soğukluğunu sağ elimde hissettireni...
Yalnız sağ elimde...
Çünkü sağ elimle dokunmuştum ona...
Babaannemin tabutunu kaldırdıktan sonra köy girişinde bulunan musalla taşına...
Belki, belki bir gün bende gelirim” dediğim musalla taşına...

1 yorum:

  1. Aslında bahsettiğiniz musalla taşı dahil ölüme dair herşey soğuk, ölüm kelimesi bile. Hepimizin yaşayacağı üzücü ama tek gerçek. Bu tek gerçeğe rağmen yaşam sadece bizim için varmış, bakiymiş gibi davranmamız ise işin enteresan yanı.
    Beni çocukluğuma, 6-7 yaşlarıma götürdünüz. Ezan sesi, havası, salkım söğütleri, ağaçların dallarındaki sayısız kuş sesleriyle cami bana hep mistik gelirdi, avlusundan hiç çıkmazdım. Komik ama kardeşimle birlikte gezinir dururdum. Bir gün hoca mahallenin çocuklarını topladı, caminin içini dışını temizletecekti. Hepimiz güle oynaya temizlik yapıyorduk. Ben de musalla taşını yıkadım bir güzel. Daha büyük çocuklardan biri orada ölüler yıkanıyor biliyor musun dedi. Dondum kaldım. Korktum, ne yapacağımı bilemedim, sonra kardeşimi de alıp kaçtım. Ne olduğunu bilmediğim, bazen masa gibi kullandığım bazen üstüne çıkıp hoplayıp zıpladığım benim için sadece oyun yeriydi. Cami de sadece ezan okunan, büyüklerin gidip geldiği bir yer. Camiyi de musalla taşını da o gün tanıdım, Bir anda bütün mistisizim gitti, soğuk, itici ve ürkütücü bir yer oluverdi ve bir daha da gitmedim. Çocuk aklıyla kurtulmuştum.
    Bir gün yolumun mutlaka düşeceğini bilmeden..

    YanıtlaSil