11 Mart 2010 Perşembe

SEN SENDE

Dilinin ucundadır ama bir türlü söyleyemezsin.
Çünkü siyahla beyaz gibi farklı ama nettir, sözünün öncesi ile sonrası...
Bitmeyen yalnızlığında;
sözünle birlikte çizginin öbür yanına gitmeye için gider,
kendini zor zapt edersin ya da zapt ettiğini sanırsın.

Çizginin öbür yanı çok caziptir neler olduğunun farkına bile varmazken çeker seni “tüm olumsuz, tüm kötüleri bırak” der gibi.
Sadece bir adım atman yeterdir.
Sadece bir hamle ile sanki bir anda başka âleme gidecekmiş gibisindir.
Ama gidemezsin.
Sanki ayakların olduğun yere yapışmıştır.
Kımıldayamazsın.

İçin içini yer gene de yapamazsın.
Yüreğin “durma” derken, mantığın “nereye” diyordur.
Yüreğini dinlemek istersin, istediğini de bilirsin ama bir türlü yapamazsın.
Çünkü sen yetmezsin, istemen de yetmez.

Bir el istersin, bir güç, bir kanat, bir yürek, bir bakış istersin.
O elin seni çizginin öbür yanına çekmesini istersin.
Arkandan, paçalarından tutan onca şeye rağmen,
direncini kırsın istersin o yüreğin.
Erimek istersin, zorunlu sessizliğini gören gözlerde...
Olmaz, bir türlü olmaz.
Çünkü yoktur, o gözler.
Çünkü yoktur, o eller.

Yalnızlığın saatsizliğinde kaybolmuşluğuna son vermek istersin, ama pusulan yoktur.
Yapamazsın...

Güneşe koşmak istersin, ama gecen bitmemiştir.
Zaten bitmeyecek gibidir.

Hasretinle mücadelen kolaydır da gitmek zordur.
Çok zordur.

Kayıplarında umutlanmak için bir el istersin,
nereden geldiği değil, nasıl geldiği önemli olan.

Bir yürek istersin, hesapsız, kitapsız belki de bildik.
Ama yoktur, olmayacaktır.

Mahkumiyetini bilirsin için acır.
Bu umutsuzluklar içinde çizginin öte tarafından kaçarken;
yaşantına, sessizliğine, kimsesizliğine geri dönersin.

Dönersin ama gözlerin karşıda, yüreğin karşıda...
Sen sendesindir...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder