16 Temmuz 2012 Pazartesi

CACIK

Kadın kısmısının bir deri bir kemik bile olsa; her şeye bahane bulma konusundaki üstün özelliklerinin sonucu olarak illaki bir şekilde haşir neşir olduğu ve adına diyet denilen organizasyonla biricik kızımda yakın zamanda tanıştı.

Onu onunla birlikte yediğinde; öyleyken böyle olur, bunu da bundan seksen dört dakika sonra yersen; böyleyken öyle olur mantığı ile oluşturulmuş ve bence garip ötesi olan bir diyet yapıyor.

Ve bu garipliklerinden birisi olarak günün kel alaka bir anında başka bir şeyin 78 dakika sonrasına denk gelen bir zamanında yemek zorunda olduğu cacıktan muhtemelen yaptığı garipliklere ortak yapmak maksadıyla bana da bir tas ikramda bulundu.

Garipliklere bünyemin zaten uygun olduğu ve ondan gelen her şeye kafadan gönüllü olduğum için ikramını severek kabullendim.

Ama bunun benim açımdan farklı birkaç önemi de var.

Şöyle ki kendileri yani biricik kızımın; hanımların, genç kızların sıklıkla kullandıkları ve evlerde mutfak denilen mekânla uzaktan yakından pek ilgileri yoktur. Bu açıdan onun ilklerine şahit olmak babında ciddi bir önemi vardı.

Gönüllü olmamak olmazdı. Bu fırsat kaçmazdı yani…

İkincisi kendileri; bana vereceği de dâhil olmak üzere toplamda altı üstü iki kâse cacık yapabilmek için yaklaşık altı buçuk saat uğraşarak kırılması güç bir rekoru kırmışlardı.
Her halükarda emeğe saygı babında önemliydi yani…

Bence cacık yapımının bu kadar sürebilmesi için ya binlerce kâse cacık yapılmış olması ya da ısrarla cacık olmak istemeyen hıyarlarla ciddi bir mücadele yapılmış olması gerekiyordu.

Ayrıca sonradan yaptığımız tespite göre; evimizin ev halkı tarafından az kullanılan bu mekânında gerçekleşen bu cacık operasyonunda yaklaşık sekiz kilo hıyar telef olmuş.

Üstüne altı buçuk saat süren yoğun emekler sonrası yapımı gerçekleştikten sonra önüme gelen cacık kâsesindeki şeyin cacık olduğu konusunda inanın 16. Noterin şahadetine ihtiyaç vardı.

Herkes tarafından cacık diye bilinen ve en klasik olarak yoğurt ve hıyardan oluşan cacık; kızımın tamamen üstün yeteneğinin bir sonucu olarak tarifi anlatılmaz bir lezzete bürünmüştü. Bu tamamen onun tescilli üstün zekâsından kaynaklanıyor olabilirdi.

O yüzden yaratıcılığına laf söylemek elbette haddimiz değil.
Ancak daha aldığım ilk kaşıkla damak zevkimin çektiği eziyetten sonra ağzımın aniden kitlenmesi; ikinci kaşığa hakaret gibiydi ama yapacak bir şey yoktu.
Bilinçsiz bir tepki yani…

Güzel kızım; ağzıma aldığım ilk kaşıktan sonra her zaman yakalanmayan ender şirin ve sevimli edalarıyla; “nasılmış babacığım” diye sorunca nedense gayri ihtiyari bir şekilde aldığım ikinci kaşıkla; cacık yapımı sırasında saklanan hıyarlardan birisi ile tanıştım.

Kendilerini kızıma çaktırmadan yutacağım diye çabalarken gösterdiğim performansı size yazarak anlatmam mümkün değil.
Ve bence sizde size anlatamadığımı sakın denemeyin.

Kesinlikle bilmenizi isterim ki; doğranmamış salatalığı tek parça halinde yutmak; imkânsız ötesi bir şey…

Ağzımda; önümdeki kâseye nasıl sığdığına muhtemelen beynime az oksijen gittiği için bir türlü aklım ermeyen ve bence son yıllarda üretilmiş en iri hıyarla kızıma çok güzelmiş, ellerine sağlık der gibi bakıyordum.

Aslında yerlerinden çıkacak hale gelen gözlerime yerleşen bakışım onu tatmin etmiş olmalı ki yanağıma kondurduğu öpücükle yanımdan ayrıldı.
O yanımdan ayrılırken ben son nefesimde acaba yüksek sesle Kelime-i Şahadet getirerek ölebilecek miyim diye düşünüyordum.

Bu arada kızımın yaptığı cacığı yerken neler yaşayabileceğimi az biraz tahmin eden eşim; itfaiye eri edalarıyla bir sürahi su ile yanıma gelip, morarmışlığımdan korkarak zorla açtığı ağzımdan sürahideki suyu bocaladı.

Ağzıma dolan sudan anladığım kadarı ile hıyarın ağzınım içindeki yerleşkesi; o kadar sağlamdı ki küçük dilim bile yerini terk etmek zorunda kalmış gibiydi.
O yüzden ağzıma giren su; girdiği hızla geri çıkıyordu.

Neyse efendim eşimden istemeden getirdiği suyu içmeyi beceremediğim konusunda fırçayı yerken, fırçayla birlikte sırtıma okkalı bir darbe de yedim.
Allahtan o aldığım darbe ile boğazımdaki yolunu yarılamış hıyar; tekrar cacık kâsesindeki yerini aldı.

Uzaklarda gördüğüm ve öbür dünya ile bir bağı olduğunu düşündüğüm ışığa doğru giderken, aldığım nefesle yeryüzüne geri gelmem aynı ana denk düştü.

Neyse efendim anlayacağınız ben yaşamla mücadelemde ailemin bana gösterdiği desteğe şükrederek kendimi hemen sokağa attım.

İyi ki atmışım.
Çünkü kızım ben çıkarken kapağı açık buzdolabını garip bir edayla seyrediyordu.
Belli ki içindeki mutfak canavarı harekete geçmişti.

Yani anlayacağınız; siz bu yazıyı okuduğunuzda aynı zamanda gazetelerde adım yazan kayıp baba ilanını da görebilirsiniz.

Artık döner miyim bilmem…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder